14 Ağustos 2012 Salı

Hüseyin Aygün kaçırıldı mı kaçtı mı?

Tunceli'de  teröristler tarafından CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün kaçırılmasının ardından ortam epey karışmıştı. 2-3 gün sonra serbest bırakılan ve basın açıklaması yapan Aygün, çarpıcı açıklamalarıyla bu sefer kendisi ortalığı karıştırdı ve herkesi şoke etti. Dinledim ve kendi kendime dediğim cümle Hüseyin aygün gerçekten kaçırıldı mı yoksa kaçtı mı?

Çünkü kaçırıldığını bilmesek, ziyarete gitmiş gibi bir havası vardı. Biz PKK'nın bir milletvekilini kaçırarak propaganda yaptığını düşünürken, bir baktık Aygün PKK'nın propagandasını yapıyor.

Bir yandan da aklıma acaba CHP mi bir tezgah yaptı diye de gelmedi değil... Malum CHP, Atatürk'ün kurduğu parti ve sahip olduğu vasıflardan çok önce sıyrılmıştı. Atamızın kemikleri CHP'nin son durumu için sızlıyordur o da ayrı bir konu... Geçmişi aydınlık bir partinin milletvekilinden, terörle ilgili sözleri  ve yaptığı açıklamalar hiç yakışmadı. Bu açıklamaları duyduktan sonra halk sorar tabi hani CHP'nin terörle mücadelesi? Hani Atatürkçü düşünce? Hani CHP'nin vizyonu  bunlar nerde kaldı?

Eli silahlı, kana susamış canileri bize normal bir şeymiş gibi sempatik göstermeye kimse kalkışamaz. Şehit haberleriyle içi kan ağlayan, teröre nefret kusan bir toplum bunlara kanmaz.

Bakalım bu oyunun perde arkası da en kısa zamanda ortaya çıkacaktır. Şimdilik kafalarda soru işaretleri ile bekleyip göreceğiz...

Kimi sayın Öcalan der kimi de PKK'lılar için saygılı çocuklar der. Ama mehmetçiklerimize gelince birkaç mehmetçik için meclis mi toplanır derler! Hangi birine kızalım hangi birine laf söyleyelim. Meclis almış başını gidiyor sonumuz hayır olsun...

Suriye, İran ve Türkiye Bermuda Üçgeni

Ortadoğu gerilimi dozunu giderek artırmakta… Suriye’deki olaylar konusunda Türkiye’yi suçlayacı açıklamalar yapan İran, Türkiye’yi hedef aldı. Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren İran Genelkurmay Başkanı, çok sert uyarılarda bulunarak bir nevi tehdit savurdu.

İran ile Türkiye arasında yaşanan gerginlik ve gizli rekabet, İran Genelkurmay Başkanı Firuzabadi'nin 'Böyle giderse Suriye'den sonra sıra Türkiye'ye gelecek' açıklamasıyla bu gerginlik zirve yaptı. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar'ı, El-Kaide benzeri bir terörizmin yayılması konusunda uyardığını da dile getirdi. Ayrıca Suriye’de kaçırılan İran vatandaşlarının can güvenliğinden Türkiye’yi sorumlu tuttuğunu da ekledi.

Bu kızışmanın resmi, bize ‘Ortadoğu bölgesi yeniden mi şekilleniyor’ sorusunu beraberinde getirdi. Çünkü İran ve Türkiye, Ortadoğu’nun temel direkleridir. Bu iki ülke arasındaki tırmanan gerilimin sonucu ne Türkiye’ye ne de İran’a bir fayda sağlar. Bundan açık bir şekilde yararlanan ABD ve İsrail olacaktır. Devam eden sürtüşme Amerika’nın hedefleri doğrultusunda hareket ettikleri profilinden başka bir şey ortaya koymaz.

Peki İran neden Suriye rejimine destek verdi? Neden Türkiye’ye bu kadar ateş püskürdü?
İran’nın temel korkusu; Suriye rejiminin yıkılması dahilinde sıra onlara geleceği endişesi ve diğer yandan da Suriye üzerinden Hizbullahı destekleyemeyecek olmasıdır. Bu sebeple Türkiye’yi açık açık tehdit etti. Can alıcı noktadan vurmak isteyen İran, kozunu PKK terör örgütüyle oynamak istedi. Destek verdiği yüksek sesle söylenmese de bilinen bu durum, su yüzüne çıktı. Birleşmiş Milletlerde İran’ın nükleer enerji programına onay veren iki ülkeden biri olan Türkiye’ye resmen sırtını dönmüş oldu.

Türkiye’nin bundan sonraki hamlesi ise çok önemli. Bu problem daha fazla büyümeden tatlıya bağlanmalı, yoksa dış politikadaki mevzular iç politikayı bayağı bir zorlayacağa benziyor. İlk patlağını ise karşılıklı ülke vatandaşlarının vizesiz olarak seyahatini sağlayan uygulamayı 5-31 Ağustos arasında kaldırdığını açıkladı...

Kuzey Suriye Kürt yapılanmasında Türkiye'nin durumu

Suriye’deki iç karışıklık ve yaşanan gelişmeler gündemde sıcaklığını korumaya devam etmekte. Suriye yönetimi meşruluğunu ve denetimini kaybettiği için doğal olarak şuan bölgede merkezi bir otorite yok. Merkezi otoritenin kaybı Kuzey Suriye’de boş bir meydan yarattı. Bu bölge politik ortam gereğince de PKK ve dış güçler destekli bir alan olarak ele geçirildi. PKK eğilimli olan bölge, provokatif oyunlara imkan sağlayacak ortam doğurdu.

İşte bu noktada Suriye’deki karışıklığı fırsat bilip Kuzey toprakları ele geçirme yolunda olan PKK, birleşme planlarını hedeflemeye çalışmaktadır. Türkiye, Suriye rejimine karşı çıkarken bu konuda stratejik hata yaptı. Suriye Kürtlerinin PKK ile birleşmesi olanağını ellerine verdi. Çünkü olayların bu raddeye varacağını tahmin edemedi, hesaplayamadı. Suriye yanlıları ve muhalifler dişe diş kana kan savaşırken PKK, Kuzey Suriye’yi ele geçirdi. Karışıklıklardan nemalanan Kürtler tek bir kan bile dökmeden o topraklarda yerleşke kurdu.
Bir de buna Barzani’nin Kuzey Irak’ta terörist olarak yetiştirdiği Suriyeliler de eklenince ortaya daha farklı sonuçlar çıktı. Acaba bir Kürt devleti mi kuruluyor sorularını beraberinde getirdi. Kürtlerin Suriye’nin kuzeyine yerleşmeleri Türkiye için bir tehdit oluşturdu. Keza bu bölgede PKK bayrağı dikmeleri bunun en büyük göstergesiydi.

Tabi Kuzey Suriye Kürt toplanması, Kürtlere karşı olunduğundan değil, Suriye’nin kuzeyinde PKK’yla ilgili bir ayaklanmanın ve birleşmenin olmasına karşı olmaktır.İktidar ve yetkilileri bundan kaygı duydukları için açıklama yapma gereği duydular. Böyle bir yapılanmaya asla izin vermeyeceklerini defalarca belirttiler.
Esad’ın da Türkiye planları bir nevi yerine oturmaktadır. Esad rejimi, bu birleşmenin önünü açarak Türkiye için tehdit oluşturdu. Bizim PKK ile uğraşmamız, mücadele vermemiz onun da işine geldi. En son Esad’ın sağ kolu olan subayın Türkiye’ye gelmesi Esad’ı biraz daha hırslandırmıştı. Suriye’deki pozisyon, ülkemizde devam eden Kürt meselesiyle ilgili tartışmalarla etkileşim halinde.  Bu sebeple Türkiye sınırındaki Şemdinli’de vatandaşlarımızın içine sızıp kışkırtmaya yönelik hareketler son günlerde iyice arttı. Suriye, çamurunu Türkiye’ye sıçrattı.

Yukarıda Barzani’nin Suriye Kürtlerini terörist olarak yetiştirip bölgeye yollamasından bahsetmiştim tekrar bu konuya, Barzani’nin ikili oynadığına değinmek istiyorum. Barzani’nin tıpkı babası gibi izlediği  yol, Türkiye’yi arkadan vurmasıdır. Barzani’nin bir anda PKK’yla iş birliği yapması, PKK’yı desteklemesi Türkiye’yi bir kez daha hayal kırıklığına uğratmıştır.

Özetle; Türkiye birtakım karışıklıklara tanıklık ediyor. Fakat denildiği gibi kaygı duyulan mevzu bir Kürt bölgesi değil, tamamıyla ülkemizin aleyhine olan bir PKK bölgesidir. Bizlerin de yapması gereken; ülkemizde bu çeşit oyunlara izin vermeyip, birlik ve beraberlik içerisinde Türk-Kürt kardeşliğine haince sızan düşmanlara izin vermemektir! 

16 Haziran 2012 Cumartesi

Türkiye Gündeminde İn ve Out

Türkiye gündemini sarsan, değer kaybeden, yükselişe geçen, daha fazla konuşulan, popülerliğini yitiren, damgasını vuran olaylar, konular…

              İN                                                              OUT
Türk-Kürt tartışması  (↑)                /            Alevi-Sünni tartışması (↓)

4+4 memur zammı (↑)               /                 4+4+4 Eğitim Sistemi (↓)

CHP (↑)                                  /                     MHP (↓)

Azerbaycan (↑)                           /                  Suriye (↓)

MÜSİAD (↑)                           /                    TÜSİAD (↓)

Türkçe (↑)                              /                      Diğer diller (↓)

Muhafazakar/Milliyetçi kesim (↑)         /         Aşırı sağ, aşırı sol kesim (↓)

Hak sömürülmesi (↑)                     /               Adalet (↓)

Taraf olmak (↑)                     /                       Tarafsızlık (↓)

Gazeteci ve asker tutuklanması (↑)        /        Deniz Feneri Olayı (↓)

Organik yiyecekler (↑)                /                  İnorganik yiyecekler (↓)

Zam (↑)                        /                    İndirim (↓)

Özelleştirme (↑)               /                 Yerli hizmet (↓)

Milliyetçilik (↑)                  /                Irkçılık (↓)

İthalat (↑)                       /                  İhracat (↓)

Twitter (↑)                 /                       Facebook (↓)

Evrim  (↑)                /                         Devrim (↓)

Siyaset-Cemaat (↑)                /           Siyaset-Ordu (↓)

Kürtaj Tartışması

Bu haftaya damgasını vuran en çarpıcı konu kürtaj meselesiydi. Ama hak verdik, ama eleştirdik herkes bir şekilde görüşünü beyan etti. Bu konuyu ben de kendime göre değerlendirmek istedim. En başta söylemeliyim ki  kürtaja karşıyım. Öyle bir şey ortaya atıldı ki anne karnındaki bebeği aldırmak normal bir hakmış gibi ortalık ayağa kalktı. Çok mu normal sizce kürtaj? Kadın hakkı olduğu kadar da çocuk hakkı söz konusu değil mi? Bence kürtaj, son derece vahşet verici ve iç burkucu bir mevzu. Apaçık içindeki canın hayat alanını elinden alıyorsun. Kendi ellerinle yaşamına son vermeye kalkıyorsun. Bana kalırsa annenin ve bebeğin hayati tehlikesini etkilemediği sürece evet kürtaj cinayettir.

Kadının hakkı diyoruz bedeni diyoruz kendi karar versin diyoruz iyi hoş da kürtaj çocuk yapmayı engelleme, korunma yolu değil ki… Ekonomik sıkıntısı olan kişi nasıl doğuracak denilmesi, tartışılması yerine çocuk yapmamalı desek daha doğru olur. Sorumluluğunu alamayacağın işe her konuda olduğu gibi bunda da kalkışmayacaksın. Teknoloji çağında yaşıyoruz her şeyin yolu yordamı korunma yolları var bu kadar basit.
Evet belki bilmeyenler de olabilir bunun için şöyle bir tez sunmak istiyorum. Toplumumuzda cinsel eğitim eksikliği söz konusu. Bununla ilgili cinsel eğitim verilmeli insanları bu konuda bilinçlendirmek gerekli. Eğer ki böyle bir politika geliştiriliyor böyle bir yaklaşım sunulabilirdi…

Elbette şu konuyu tartışmalıyız gündeme getirmeliyiz  tecavüzün, istismarın bolca yaşandığı bir ülkede tecavüze uğrayan bir kadın gözünden kürtaj tabi ki hak olmalıdır, devlet bakar diye asla yaklaşılamaz. Her şeyden önce kadının ve çocuğun psikolojik sahası buna zaten izin vermez. Tecavüze uğrayan bir kadının çocuğu doğurması kadına ve çocuğa karşılıklı zarar verir. Asla bu şekilde düşünemeyiz. Bu şekilde konuşmalar tecavüz olaylarını bile kışkırtabilir. Bunları konuşacağımıza tecavüzcülere verilen daha doğrusu net verilemeyen cezalardan konuşsak ya? Tecavüzcünün hafif cezalarla yargılandığı bir ülkede asıl bunları konuşmamız gerekir!

Günlerdir diyoruz ki insanın vicdanına bırakmalı bireyler kararlarında özgür olmalılar. Acaba her insan vicdanen mi düşünüyor bu mevzuyu? Acaba her birey çocuklara karşı ne kadar duyarlı? Sadece erkek çocuk değil diye karnındaki çocuğu keyfi aldıran birçok insan yok mu?
Sağlık Bakanı’nın kürtaj izni olarak verdiği 4 haftalık süre ayrı bir tartışma konusu… 4 haftaya kadar kadın hamile olup olmadığını bile anlaşılmıyor ki ne kürtajı? Bu kürtaj olayı için sınır olacaksa eğer 10 hafta bunun için yeterli bir süre olabilir diye düşünüyorum. Çünkü bebeğin oluşumu 10 haftadan sonra başlar. 10 haftadan sonra kimse kafasına göre canlının yaşamına müdahele etmemelidir. Bilmem farkında mısınız ama istatistiklere baktığımızda keyfi  kürtaj olayları bir hayli arttı. Her yerde kürtaj yapılması evlilik dışı hamilelikleri de beraberinde getirdi.

Kürtajı finansal bir arenaya dönüştürenler sağlıksız şekilde yapanlar fazlaca piyasada. Fakat bu yasaklama belki illegal müdahaleleri daha da arttıracaktır. Bilmiyorum belki de azaltacaktır. Her boyuttan ele alabiliriz.
Ama siyasetin bu kadar açık bir şekilde özel hayata müdahil olması hoş olmadı. Daha farklı şekilde gündeme gelseydi eminim bu kadar dikkat çekmezdi. Ayrıca konu iyice yolundan saptı çirkin boyutlara geldi.
Biz artık nasıl doğduğumuzla değil nasıl yaşadığımızla ilgilensek daha yaşanabilir bir toplum olabiliriz derim….

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Futbol Terörizmi

Bu sezon ligde hiç hoş olmayan olaylara tanık olduk. Her maç izleyişimizde kesin olay çıkar gözüyle bakıyorduk. Çünkü artık futbol, insanların akşam keyifle izleyecekleri eğlence alanı olmaktan çıkıp, tamamen kavgalı dövüşlü bir spora dönüşüm yaptı. Her gün şiddet olayları, cinayetler, terör haberleri derken bir de buna futbol terörizmi eklendi. Taraftarlar kafalarına göre yakıp yıkıyorlar, kırıyorlar, vuruyorlar … Bu şekilde olan davranışlar futbolu ileriye değil geriye götürür. Ülkemizde böyle olaylar görmek istemedikçe daha da farklı alanlara yayılıyor ki bunlardan biri de futbol oldu. Aynı ülkenin evlatlarıyız neyi paylaşamıyoruz, neyin kavgasını yapıyoruz? Farklı takımlar diye düşmanın mı oluyor nasıl bir kindir bu izlediklerimiz. Kendi ülkemizden olan takım başka ülkelerle futbol maçı yaptığında biz karşı ülkeyi tutar olduk öyle de kin doluyuz değişik bir nefretimiz var. Sonra da diyoruz bölücülük ayrım var, bu yaptığın bölücülük değil de ne? Maç öncesi kavga, sonrası kavga sezonu kavga dövüşle kapattık. Futbol ülkemizi farklı bir çıkmaza soktu, tehlike haline dönüştü diyebiliriz.

Futbolcular için de aynı problem ne kadar çirkindi yok bulundukları şehirden çıkamıyorlar, maç esnasında yabancı maddeler atılıyor, taraftarlar vuruyor kırıyor, hatta silah dahi çekiliyor, kupa vermek için bin takla atılıyor.Yahu nerde yaşıyoruz? Geçenlerde Bayern Münih ve Chelsea final maçında maç sonrası cidden imrendim, hayran kaldım. Efendi efendi kutlandı edildi hoş bir hava vardı. Ama bizim sıradan maçlarımız bile kavgayla dövüşle bitiyor.Kendi milletinin malına, mülküne, polisine, devletin malına neden zarar veriyorsun? Eline ne geçiyor? Elbette ki takım tut mücadelede sevgini belli et ama zarar vermeden, küfür etmeden, şiddet göstermeden…

Kendini kontrol edemeyen, aciz, savunmasız, hasta ruhlu insanlar ne de çokmuş ortada.  Biz aslında toplum olarak takım, parti, lider v.s tuttuğumuzda ipin ucunu kaçırıyoruz. Parti yüzünden hakaret, kavga, dövüş olur;  bırakın milletimizi meclisimizde bizleri temsil eden milletvekilleri kavga eder, dövüşür takım tutarız kavga, dövüş kısacası beceremiyoruz bu işleri. Ama lafa gelince şiddet olmasın, kavga olmasın, devletin milletin malına zarar verilmesin e sen yaptığında ne oluyor ? Bu öfke bu kin futbol adına ayrı ülke adına ayrı kan kaybettirmiştir. Vaziyet şunu gösteriyor ki bizim ülkemizde siyaset, ideolojiler falan değil direkt futbol ülkeyi bölecek. Bir an önce bunun önüne geçilmeli yoksa başımıza gerçekten iş açılacak haberiniz olsun...

29 Nisan 2012 Pazar

Bir Asker Kızının Gözünden Astsubayların Haklı Mücadelesi

33 yıldır Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet veren bir astsubayın kızıyım. Bir askerin ve asker ailesinin nasıl zorluklarla mücadele ettiğini en yakından şahit olan biri olarak bu mücadelede sizlerle beraberim. Hak ve adalet yerini bulasıya kadar da dile getirmekten yorulmayacağım. Aynı şekilde birlik ve beraberlik için elimizi taşın altına koymayı herkesten rica ediyorum.

Türk milletinin en çok güvendiği ve haksızlıkların olmaması gereken kurum olan TSK, bir bütündür. Bunu kesinlikle anayasal düzenlemelerde görmezden gelemeyiz. Çünkü astsubaylar, ordunun tamamlayıcı unsurlarıdır. Astsubaylar yeri geldiğinde işçi, yeri geldiğinde memurdur. Yeri geldiğinde lider ve komutan,  yeri geldiğinde eğitimci ve yöneten, yeri geldiğinde de Mehmetçiklere kucak açan bir babadır. Vatan ve milleti söz konusu olduğunda da göğsünü siper ederek giden mücadeleci savaşçıdır. Yani orduda teknik ve idari sorumlulukları taşıyan kesimdir. 

Fakat bakıyoruz ki TSK içinde keskin çizgilerle belirlenmiş bir hiyerarşi var. Aslında bir nevi ötekileştirerek yalnızlaştırma süreci askeriye içerisinde yoğun bir şekilde yaşanıyor. Son zamanlarda yaşanılan durum, astsubaylara yapılan haksızlığı somut olarak ortaya çıkardı. 10 yıl gibi bir süredir TSK’ ya mensup askerlerin maaşlarında bir iyileştirme olmamıştır. Ayrıca şimdi bunun üzerine yalnız belli kesime yapılan zam adalete aykırıdır. Orduya hizmet etmenin ve zam vermenin rütbesi mi olur? Bir orduyu oluşturan her rütbe sahibi, yaşayan bir makinenin canlı organlarıdır. Hepsi aynı savaş için hayat mücadelesi veriyor, hepsi çeşitli zorlukları omuzlarında taşıyorlar. Bu yaralar daha fazla derinleşmeden tıbbi bir müdahale gerekli görülmektedir.

Bir astsubayın derdine dokunan, bin ah işitir…  Daha birçok sebepten dolayı astsubaylara, vicdanları rahatsız eden haksız uygulamalar sonlandırılmalıdır. TSK' nın bel kemiği olan astsubayların, adalet içinde görev yapması isteniyor. Bunun için gerekli yetkililer, kurum ve kişiler üzerine düşen görevi yerine getirmesi ülkenin temel direği olan ordumuza sahip çıkmanın bir göstergesi olacaktır.Unutmayalım ki yapılan yanlış uygulamalar TSK’yı uçuruma sürükler ve güç kaybetmesine neden olur.Daha iyi bir ülke, birlik ve beraberlik için astsubayların gasp edilen haklarına gelin hep birlikte kulak verelim.

Kişisel gelişimlerini, eğitimlerini başarılı şekilde tamamlayan astsubaylar; çocuklarını en iyi şekilde yetiştirebilmek için sadece hakları olanı istiyorlar. Bu kutsal görevin getirmiş olduğu ağır maddi-manevi yükten bahsetmek cümlelerle ifade edilemez... Ama belki bir gencin gözünden yaşadıklarını anlatmak, haklarını aramada yeterli bile sayılabilir. Çünkü sadece asker değil, ailesi de aynı şekilde bu mücadeleye ortak olur. Mesela asker çocuğu olmak demek; disiplini kendine hayat tarzı edinmiş bir babanın çocuklarının da öyle olmasını istemesi demek. Asker çocuğu olmak demek; bir memleketinin olmaması ve aslen şuralıyız bilmem kaç yıldır burada oturuyoruz ama aslında bilmem nerde doğdum diye açıklaman demek, okullarının sık sık değişmesi, devamlı yeni ortama alışmaya çalışman, sivil hayatla aranızda mesafe olması, babanın 24 saat nöbet tutması ve yorgunluğuna üzülmen, ailenizdeki her bireyin doğum yerlerinin farklı olması, oturduğunuz lojmanda evinizde misafir olmanız, bir çivi dahi çakamamanız, vatana olan bağlılığınızı ve sevginizi kitaplardan değil bizzat yaşayarak öğrenmeniz, babanızın en güzel çağınızda ailesini bırakıp doğu görevine gitmesi, ya da en özel günlerde mesaide olması, büyüyünce sana yabancı bir şehirde uzun süre kalmaktan şikayet etmen, çocukluğunu özlemen, kontrollü- düzenli- disiplinli- mükemmeliyetçi bir hayatın senden beklenmesi, yerli yabancı birçok insan tanıman, çocukluk arkadaşlarını kaybetmen, askeri ortamlarda bulunmanın o kontrolcü ruhunun üstüne sinmesi, mesaiden gelen babanın servisten inince boynuna atlaman, lojmanlarda büyüdüğün için hayatı geç öğrenmen, babanın can güvenliliğinin tehlikede olduğunu bilmen ve korkman, arkanda bir gözün seni izlediğini bilerek hareketlerine her daim dikkat etmendir. Fakat bunlara rağmen babanın asker olmasından dolayı onur, gurur ve şeref duyup babana ve vatana layık, hayırlı bir evlat olmaya çalışmandır.

Bu yaşına kadar çocukları için nasıl çırpındığını gördüğüm babamın ve meslektaşlarının yanında olmayı bir borç bilirim. Nasıl alın terleriyle para kazandığını görmeniz, emin olun ki duyarlı olmanıza bir sebep ve yeter ki bakmayı bilin… Saygılarımla.